Güzel Türkçemiz

Türkiye'de 1930'larda dilde sadeleşme hareketi başladı. Daha sonra bu hareketin dili saçma ve zor bir duruma soktuğunu görünce, Atatürk, Güneş-Dil Teorisini ortaya atarak dil devriminden vazgeçti[1][2]. Mao döneminde Çin'de yapılan kültür devrimi ile Çin Kültürü çok büyük zararlara uğradı, daha sonra olayın ehemmiyeti fark edildi ve 70'lerde vazgeçildi. Biz de kültür alanında 2.Mahmud döneminden beri bazı reformlar yaptık ancak az kalsın 30'larda, Türkçe geri dönülemez bir çıkmaza girecekti. Ta ki 60'lara geldiğimizde, 60 darbesini meşrulaştırmak adına her zaman olduğu gibi Atatürkçülük lafzının arkasına sığınıldı. Sözde kalmaması için bir de fiili olarak bir şeyler yapma ihtiyacı duyuldu ve slogan devrimcilik sözleriyle dilde sadeleşme ve yabancı kökenli kelimelerin tasfiyesi tekrar 60'larda başladı. TDK dahil devletin bir çok kurumunu aynı zihniyette insanlar elinde tuttuğu için bu harekete muhalif olan bir avuç aydın insanın sesi çıkmıyordu. Sonuç olarak bugün, en basit olayları bile birkaç cümleyle ancak anlatabilen. Hatta onuda yapamayan, kelime haznesi çok ufak nesiller doğdu. Eğitimine 1960 sonrası başlamış herkes için geçerlidir bu durum. Merhale, derece, hamle, safha, rütbe, mertebe, paye, kademe... tüm bu kelimeler için dilde sadeleşme sonucu olarak aşama kelimesi  öneriliyor. Kademeli olarak diğer kelimeler unutulacak ve yalnızca aşama kelimesi ile meramını anlatabilen insanlar türeycek. Mefhum'a karşılık olarak içyüz kelimesinin önerilmesi cehaletten başka bir şey olamaz.
 

Bugün "şehirsel manzara", "bedensel hareket" gibi saçma ve Türkçe'ye uygun olmayan isim tamlamaları etrafta dolanıyor. Bir de bu tamlamalar güya ülkemizin aydın yüzlü, okumuş insanları tarafından kullanılıyor. Aynı kesim tarafından yazılan san'at ve felsefe yazılarını, bol miktarda uyduruk Türkçe kelime ihtiva etmesi sebebiyle kendileri bile anlamıyor halbuki...TDK Türk Dili'ne tecavüz etmeden önce şehrisel manzara değil şehir manzarası, bedensel hareket değil beden hareketi diyorduk. Çok şükür ki bugün artık iptidai, içerisinde bol miktarda bedevi dili içeren bu çağ dışı Türkçe'den kurtulduk ve TDK sayesinde doğru dilimize kavuştuk! Bugün bize şehirsel manzara tamlaması komik gelmiyor olabilir ancak bu tamlama ilk uydurulduğu vakit dilciler arasında çok ciddi tartışmalara sebep olduğunu, eski yayınları takip edebildiğim kadarıyla rahatlıkla görüyorum. Bu hızla gidersek bize bugün komik gelen tamlamalarda bu hâle bürünecek. Örneğin "kapı kolu" yerine "kapısal kol", "kalem ucu" yerine "kalemsel uç" tamlamalarını belkide 50 sene sonra kullanacağız. "Gecikme" yerine "gecikme yapmak", "saptama" yerine "saptama yapmak", "okuma" yerine "okuma yapmak" gibi saçma sapan kullanımlarda keza aynı dönemde ortaya çıktı. İleride yine "yürümek" yerine "yürüme yapmak" hatta "yazma yapmak", "bakma yapmak" fiillerini kullanmaya başlayacağız diye ödüm kopuyor. 


Türkçe tenafürden uzak duran bir dildir. K-Ç-K ve P-T gibi seslerin müteselsil halde kullanılmasına izin vermez. Küçükçük, ufakçık gibi kelimeler bu nedenle zaman içinde küçücük, ufacık haline dönüşmüştür. Siz kalkıp "eser" kelimesini dilden atıp yerine "yapıt" kelimesini, "abide" gibi mükemmel bir fonetiği olan kelime yerine "anıt" kelimesini ve "sapıt", "kaput" gibi daha onlarcasını önerirseniz. Türkçe, dışarıdan dinleyen yabancılar için patır-kütür bir dil halini alır. Türkçe'de ki pata-küte terimi bile, dilin bu seslerden uzak durması sebebiyle ortaya çıkmış bir terim. 


Bir diğer mesele ise, dilde sadeleşme ve tasfiyecilik hareketi, hem nesiller yani zaman arasında hem de mekanlar yani topluluklar arasında anlaşmazlık doğuruyor. Bugün, henüz daha 60 yıl öncenin gazetesini okuyamayan insanlar sayılırız. İmparatorluk döneminin yüksek kültür ürünlerini okuyup anlamak, günümüz şartlarında uzmanlık ister. Bu eserleri kendi döneminde de çok ufak bir kesim anlayabiliyordu zaten. Ancak Tanzimatla birlikte, edebiyat dili olarak İstanbul'da konuşulan halk dilinin seçilmesinden sonra yazılan, yalın Türkçe'nin tepe eserlerini bile orjinal metniyle okuyamıyoruz. Reşat Nuri, Refik Halid gibi zirvelerin eserlerini, halk dilini kullanmasına rağmen bugün sadeleştirilmiş şekilde satıyoruz. Bu ayıptan başka birşey değildir. Bırakın bir aydını, sıradan bir lise mezunu İngiliz'in Shakespeare eserlerini orjinal metniyle okuyamaması ancak İngiliz komedi şovlarına konu olacak bir hikayedir. Biz de ise bırakın halkı, aydın geçinen insanlar bile kendi edebiyatının eserlerini orjinal metniyle okuyamıyor. Kendi edebiyatının en önemli eserlerini orjinal metniyle okuyamayan birisi, o toplumun aydını olabilir mi? İstediğiniz kadar yabancı dil bilin asla Türk aydını kabul edilemezsiniz. Rusya'da birisinin Dostoyevski eserlerini orjinal metniyle okuyup anlayamıyorum fakat bir Rus aydınıyım demesi, veyahut Fransa'da birisinin Baudelaire şiirlerini orjinalinden anlayamıyorum fakat bir Fransız aydınıyım demesi, ancak yine adı geçen mütehassısların eserlerine konu olabilecek bir komedi hikayesidir. Bizimle aradaki fark şu, Shakespeare bugün yazılan İngilizce metinleri anlayamaz ancak bugün yaşayan ortalama eğitimli bir İngiliz gayet Shakespeare eserlerini anlar. Yani dilleri kümülatif olarak gelişmiştir. Bizde durum tam tersi, dilimiz geriye doğru gitti ve gitmeye devam ediyor.


Yalnızca Türkiye içinde değil bu anlaşmazlık, bütün Türk dünyası içersinde de ortaya çıkmaya başlıyor. 70'lerden itibaren öteki Türk devletlerinde veya bölgelerinde yaşayan insanların ortak şikayetlerinden birisi, artık Türkiye radyolarını ve televizyonlarını anlayamıyoruz şikayetidir. Dilde sadeleşme hareketi Türkiye ile Türk toplumlarının arasındaki iletişimi de zedeliyor. Bırakın Azerbaycan'ı, Kırım'ı. Orta Asya'nın göbeğinde dediğimiz ve öztürkçe konuşuyor zannedilen Taşkent/Özbekistan'da 1970 yılında yayınlanan "Edebiyatşunaslık Terminaları Lügati" isimli eserden bir alıntı paylaşıyorum:
"Edebiyat nazariyesi söz san'ati, mâhiyeti, uning cemiyet teraakiyetidegi roli ve ehemmiyeti, bediiy edebiyatnin tur ve canrları, tasvir vasıtalari hakidegi fendir. Edebiyat nazariyesi bediiy eserlerni tedkik etiş metodi, ularni tahlil etiş ve bahâlaş prinsiplerni işlep çıkadı hem de bediiy edebiyatnın rivaclanış kanuniyetini örgendi". [3] 
Bu yazıda gördüğünüz üzere edebiyat yerine yazın, nazariye yerine kuram, cemiyet yerine toplum, ehemmiyet yerine önem, tasvir yerine betimleme, vasıta yerine araç, tahlil yerine çözümleme ve kanuniyet yerine yasalılık demiyor. Gayette bizimde eskiden sıklıkla kullandığımız, yabancı kökenli olan kelimeleri kullanıyor. Bu uydurulmuş kelimeler öztürkçe falan değil uydurukçadır. Bir de Atatürk'ün 1934 yılında İsveç veliahdı şerefine verilen bir yemekte okuduğu nutku yazyayım: 
"Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün, en güzel utkuyu kazanmıya anıklanıyorlar: baysal utkusu". [4]
Bir Anadolu köylüsü sizce hangi metni daha iyi anlar :) Peki ya bir Özbek yukarıdaki nutku anlayabilir mi?

Kelime'nin kökeni ne olursa olsun dile yerleştiyse o dilin malıdır. Dil üzerinden milliyetçilik yapmak ve kat'i süratte aşırıca eylemlerde bulunmak yalnızca aptallık olabilir. Bu uydurukça kelimelerin bir kısmı dilimize yerleşti. Bunlar artık dilimizin malıdır ve kullanılmalıdır. Geçmişte dilimize verdiği zararlar çok fazla olmasına karşın bugün kullanmakta bir zarar yoktur. Ancak bu demek değildir ki, uydurakçaya devam etmeliyiz ve geçmişte olanları görmezden gelmeliyiz. Geçmişten ders alıp kendimizi düzeltmek için çabalamalıyız.


Kaynakça

1-) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 477
2-) İsmail Habib Sevük, Dil Davası, s. 28
3-) H. Hamidiy, Ş. Abdullayeva, S. İbrahimova, Edebiyatşunaslik Terminaları Lügati, s. 13
4-) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri II, s. 274
Güzel Türkçemiz Güzel Türkçemiz Reviewed by Okan Yıldız on Mayıs 12, 2020 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Yorumunuz alınmıştır. Teşekkürler.

Blogger tarafından desteklenmektedir.