Bu yazıda biraz Türk Müziği'nin özellikle Klasik Türk Müziği'nin 20.yy da yaşadığı değişimlerden bahsetmeye çalışacağım. Bu yazıyı peşrevler, taksimler, karlar, usuller, makamlar gibi bir ton terimle boğmadan, olabildiğinde herkesin anlayabileceği şekilde yazmaya çaba gösterdim. İyi okumalar.
19.yy bir çok alanda olduğu gibi müzik alanında da batılılaşma ve batılı tarzların Türkiye'ye girmesinin asrı oldu. Donizetti isimli bir müzisyen, 2. Mahmud devrinde davet edildi. Daha sonra yaptığı hizmetlerden ötürü kendisine Paşa ünvanı verildi ve Donizetti Paşa oldu. Döneminde bazı çevrelerce Don-İzzettin Paşa gibi lakaplar da takıldı kendisine. Kısacası Klasik Batı Müziği'ni Türkiye ile tanıştıran kişi oldu kendisi. Musika-i Hümayun isimli bir orkestra kurdu ve Osmanlı devleti için çeşitli tören marşları, karşılama marşları vs. besteledi. Saltanat himayesinde bulunan bu orkestra Cumhuriyetimizde halen Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ismiyle devam ediyor. Yine Cumhuriyetten sonra bir de Klasik Türk Müziği için orkestra düşünüldü ve Riyaset-i Cumhur İnce Saz Heyeti isimli bir orkestra bizzat Atatürk'ün isteğiyle kuruldu. Peki cumhuriyetten önce Türk Müziği'nin bir orkestrası yok muydu?
Her büyük imparatorlukta olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğunda da yüksek kültür ve alçak kültür ürünleri vardır. Saray sanatları denilen sanatlar yüksek kültür, halk sanatları ise alçak kültür kategorisine girer. Hemen konuyu bilmeyenler için açıklama yapalım, yüksek kültür demek en iyisi en güzeli demek değilken, alçak kültür demekte en dandiği demek değildir. Aradaki temel fark çok kabaca şudur; Yüksek Kültür belli bir kesime hitap ederken, Alçak Kültür herkese hitap eder. Patronaj yani Hamilik sistemi Yüksek Kültür'ün gelişmesi için çok önemlidir. Yüksek Kültürün gelişmesi ise Genel Kültür seviyesi için çok önemlidir çünkü Alçak Kültür aslında Yüksek Kültür'den beslenir ve onu herkesin anlayabileceği forma sokar.
Divan edebiyatı, en sanat yoğunluklu, en ulaşılması ve üretilmesi zor olan şiirleri üretir. Halk Edebiyatı ise, Yüksek Kültür'ün ürünü olan Divan Edebiyat'ından beslenir ve herkes için tüketilebilir bir ürün ortaya döker. Aynı durum Müzik ve diğer san'atlar için de geçerlidir. Bugün batıda erişilen sanat seviyesi bu sayede yükselmiştir. Örneğin İtalya'da, Medici ailesi 15-16.yy arasının en zengin ailesidir. Rönesans'ı doğuran o yüksek kültür sanat eserlerinin ezici çoğunluğu bu aile sayesinde çıkmıştır. Floransa'yı yöneten bu aile, diğer zengin aileler ile yarış içerisinde, bulabildiği tüm sanatçıları davet edip, onlara para yağdırarak İtalya'yı ve Avrupa'yı yüksek kültür ürünlere boğdular. Bu durum Burjuvazi'nin doğmasına ve zaman içinde asıl erk'in Aristokrasi'den Burjuvazi'ye kaymasına sebep olur. İtalyan halk dansı olan Tarantelle, Mediciler sayesinde Bale'ye evrilir. Michalengelo Medici ailesine çalışan bir heykeltraştır...
Fransa'da, Rusya'da, İran'da, Türkiye'de ve daha bir çok yerde de durum bu şekilde işlerdi. Gücü elinde bulunduranlar, çevresine, kültür üretimi yapacak insanları toplar ve onları maaşa bağlardı. Patronaj denilen bu sistem sayesinde Yüksek Kültür üretilebilirdi. Müzik konusuna geldiğimizde ise, Osmanlı'da iki tane temel Türk Müziği vardı. Birisi İmparatorluğun yüksek kültür ürünü olan Saray Müziği yani Klasik Türk Müziği, diğeri ise Halk Müziğidir. Batıda'da durum aynıdır. Klasik Batı Müziği ve Halk Müziği. Maalesef müzikle ilgili olmayan insanlar tarafından Klasik Müzik denilince yalnızca Batı Klasik Müziği akla geliyor halbuki yüksek kültür ürünü olan her müzik Klasik Müziktir. Yani yalnızca batı müziğinin değil, Türk Müziği'nin de klasiği vardır.
Yani, zaten Türk Müziği'nin iki kolundan birisi Saray'ın hamiliğinde olduğu için ayrıca bir orkestra kurulması gibi bir şey söz konusu değildi. Saray'ın ve Saltanat'ın ilhakından sonra bu müziğin patronajlığını Cumhurbaşkanlığı üstlendi. Atatürk vefat eder etmez ise bu orkestra kaldırıldı. 11 Kasım 1938 gününde artık ortada Klasik Türk Müziği'ne hamilik yapacak bir patron yoktu. Yüksek Kültür, finansal destek bulabildiği sürece yaşayabilecektir. Hiç bir sanatçı sırf sanat yapacağım diye Yüksek Kültür ürünler üretmez. Bu durum çok tartışılır ancak sanatçı tarihte para için sanat yapıyordu, bugünde tersini beklemek abes olur. Neyse konumuz bu değil.
Konu çok uzayacağından her şeyi tarihi gelişimiyle ve dünyadaki emsalleriyle kıyaslayarak yazmayacağım artık, zaten bir kitap konusu olabilecek bu konuyu blog yazısı ile anlatmak çok zor ancak yinede mecburen içeriği kısmak gerekiyor.
Sonuç olarak bir şekilde Cumhuriyet'in ilk yıllarında haklı olarak Batıcı ve Avrupai olma gibi düşüncelerle önce 1926 yılında Türk Müziği radyolarda yasaklandı. Daha sonra 1934 yılında Türk Müziği eğitimi vermek yasaklandı. Doğu kültürünün parçası olan Türk Müziği, diğer doğu kültürü sanatları gibi usta çırak ilişkisi ile aktarılır. Nota sistemi yoktur. Meşk usulü ile öğrenilir. Usta çalar, sen onun çaldığını dinleyerek onun gibi çalmaya çalışırsın. Medrese eğitimi de aynı şekilde işler. Bu sebeple kayda alma ve not tutma sistemi bizde gelişmemiştir. Bu durum tarihçilere göre Batı'nın bir çok alanda Doğu'nun önüne geçmesinin en önemli sebeplerindendir. 19.yy'ın başlarında Hamparsum isimli bir Ermeni, Türk Müziği için nota sistemi geliştirdi ve bugün halen Türk Müziğinde o nota sistemini kullanıyoruz. Sonuç olarak eğitimi yasaklanınca, meşk usulü de artık kalmadı. 1976 yılında tekrar eğitme izin verildi ancak 1976 yılına gelindiğinde çoktan olanlar olmuştu. Şimdi kısaca neler olduğundan bahsedeceğim.
Türk Müziği'nin radyo yasağı, halkı Kahire radyosunu dinlemeye itti. Halk Kahire Radyosu'ndan Arap Müziği dinliyordu. Abdulbasit Abdussamed'den tilavetler dinliyordu. Yaşı 55 ve üzeri olan herkes Abdussamed'i radyoda dinlemiştir sanırsam. Bu durum halkın Arap Müziğine ve ezgilerine alışmasına sebep oldu. Zamanla halktan bu ezgilerde müzik talebi oluştu ve Arabesk müzik bu şekilde doğdu. Arabesk müzik, Klasik Arap Müziği ile Halk Müziği'ni sentezlemeye çalışan ancak bunu değersiz şekilde yapan bir müzik türüdür. Amaç insanlara seri üretimle, hızlı, tüketmesi ve hazmı çok kolay popüler tarzda(pop) müzik satmaktır. Aynı şey Klasik Türk Müziği'nin başına da geldi. Halkın dinlemediği ve anlamadığı bu müzik, halka pazarlanabilmek ve para kazanabilmek için popülerleştirildi, içine yabancı unsurlar sokuldu, basitleştirildi ve bazen arabeskleştirildi. Orataya ise Sanat Müziği çıktı. Sanat Müziği, Klasik Türk Müziği'nin ucuz ve popüler versiyonudur.
Dünyanın her yerinde halen daha klasik eserler halk tarafından çok az dinlenen, hazmı ve tüketimi zor eserlerdir. 18.yy sonlarında Almanya'da edebiyatta başlayan Romantik akım sayesinde, halkın anlayabileceği dilde edebi eserler yazılmaya başlandı. Romantik akımın asıl amacı, yüksek kültür edebi ürünlerini halk diliyle yapma çabasıdır. Bu akım 19.yy başlarında Fransaya atladı, 50 yıl sonra ise Tanzimatla birlikte bize geldi. Artık İstanbul Şairleri halk dili ile şiir yazmaya başlamışlardı. Bugün biz o dili bile okuyup anlayamıyoruz o ayrı bir mesele. Bu konuda daha detaylı bilgiyi şu yazımdan bulabilirsiniz. Romantizm elbette edebiyatla sınırlı kalmadı ve müziğide etkiledi. Bugün baktığınızda halk arasında en meşhur Batı Klasik Müziği eserleri, romantik tarzdakilerdir. Avrupa'da bir çok besteci halk müziklerini, klasik müziğe uyarladı. Bizde Türk Beşleri'nden beri sürekli bunu yapıp duruyoruz.
Şimdi biraz Klasik Türk Müziğinden bazı eserler dinleyelim.
![]() |
Klasik Türk Müziği'nin son büyük seslerinden Münir Nurettin Selçuk |
19.yy bir çok alanda olduğu gibi müzik alanında da batılılaşma ve batılı tarzların Türkiye'ye girmesinin asrı oldu. Donizetti isimli bir müzisyen, 2. Mahmud devrinde davet edildi. Daha sonra yaptığı hizmetlerden ötürü kendisine Paşa ünvanı verildi ve Donizetti Paşa oldu. Döneminde bazı çevrelerce Don-İzzettin Paşa gibi lakaplar da takıldı kendisine. Kısacası Klasik Batı Müziği'ni Türkiye ile tanıştıran kişi oldu kendisi. Musika-i Hümayun isimli bir orkestra kurdu ve Osmanlı devleti için çeşitli tören marşları, karşılama marşları vs. besteledi. Saltanat himayesinde bulunan bu orkestra Cumhuriyetimizde halen Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ismiyle devam ediyor. Yine Cumhuriyetten sonra bir de Klasik Türk Müziği için orkestra düşünüldü ve Riyaset-i Cumhur İnce Saz Heyeti isimli bir orkestra bizzat Atatürk'ün isteğiyle kuruldu. Peki cumhuriyetten önce Türk Müziği'nin bir orkestrası yok muydu?
Her büyük imparatorlukta olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğunda da yüksek kültür ve alçak kültür ürünleri vardır. Saray sanatları denilen sanatlar yüksek kültür, halk sanatları ise alçak kültür kategorisine girer. Hemen konuyu bilmeyenler için açıklama yapalım, yüksek kültür demek en iyisi en güzeli demek değilken, alçak kültür demekte en dandiği demek değildir. Aradaki temel fark çok kabaca şudur; Yüksek Kültür belli bir kesime hitap ederken, Alçak Kültür herkese hitap eder. Patronaj yani Hamilik sistemi Yüksek Kültür'ün gelişmesi için çok önemlidir. Yüksek Kültürün gelişmesi ise Genel Kültür seviyesi için çok önemlidir çünkü Alçak Kültür aslında Yüksek Kültür'den beslenir ve onu herkesin anlayabileceği forma sokar.
Divan edebiyatı, en sanat yoğunluklu, en ulaşılması ve üretilmesi zor olan şiirleri üretir. Halk Edebiyatı ise, Yüksek Kültür'ün ürünü olan Divan Edebiyat'ından beslenir ve herkes için tüketilebilir bir ürün ortaya döker. Aynı durum Müzik ve diğer san'atlar için de geçerlidir. Bugün batıda erişilen sanat seviyesi bu sayede yükselmiştir. Örneğin İtalya'da, Medici ailesi 15-16.yy arasının en zengin ailesidir. Rönesans'ı doğuran o yüksek kültür sanat eserlerinin ezici çoğunluğu bu aile sayesinde çıkmıştır. Floransa'yı yöneten bu aile, diğer zengin aileler ile yarış içerisinde, bulabildiği tüm sanatçıları davet edip, onlara para yağdırarak İtalya'yı ve Avrupa'yı yüksek kültür ürünlere boğdular. Bu durum Burjuvazi'nin doğmasına ve zaman içinde asıl erk'in Aristokrasi'den Burjuvazi'ye kaymasına sebep olur. İtalyan halk dansı olan Tarantelle, Mediciler sayesinde Bale'ye evrilir. Michalengelo Medici ailesine çalışan bir heykeltraştır...
Fransa'da, Rusya'da, İran'da, Türkiye'de ve daha bir çok yerde de durum bu şekilde işlerdi. Gücü elinde bulunduranlar, çevresine, kültür üretimi yapacak insanları toplar ve onları maaşa bağlardı. Patronaj denilen bu sistem sayesinde Yüksek Kültür üretilebilirdi. Müzik konusuna geldiğimizde ise, Osmanlı'da iki tane temel Türk Müziği vardı. Birisi İmparatorluğun yüksek kültür ürünü olan Saray Müziği yani Klasik Türk Müziği, diğeri ise Halk Müziğidir. Batıda'da durum aynıdır. Klasik Batı Müziği ve Halk Müziği. Maalesef müzikle ilgili olmayan insanlar tarafından Klasik Müzik denilince yalnızca Batı Klasik Müziği akla geliyor halbuki yüksek kültür ürünü olan her müzik Klasik Müziktir. Yani yalnızca batı müziğinin değil, Türk Müziği'nin de klasiği vardır.
Yani, zaten Türk Müziği'nin iki kolundan birisi Saray'ın hamiliğinde olduğu için ayrıca bir orkestra kurulması gibi bir şey söz konusu değildi. Saray'ın ve Saltanat'ın ilhakından sonra bu müziğin patronajlığını Cumhurbaşkanlığı üstlendi. Atatürk vefat eder etmez ise bu orkestra kaldırıldı. 11 Kasım 1938 gününde artık ortada Klasik Türk Müziği'ne hamilik yapacak bir patron yoktu. Yüksek Kültür, finansal destek bulabildiği sürece yaşayabilecektir. Hiç bir sanatçı sırf sanat yapacağım diye Yüksek Kültür ürünler üretmez. Bu durum çok tartışılır ancak sanatçı tarihte para için sanat yapıyordu, bugünde tersini beklemek abes olur. Neyse konumuz bu değil.
Konu çok uzayacağından her şeyi tarihi gelişimiyle ve dünyadaki emsalleriyle kıyaslayarak yazmayacağım artık, zaten bir kitap konusu olabilecek bu konuyu blog yazısı ile anlatmak çok zor ancak yinede mecburen içeriği kısmak gerekiyor.
Sonuç olarak bir şekilde Cumhuriyet'in ilk yıllarında haklı olarak Batıcı ve Avrupai olma gibi düşüncelerle önce 1926 yılında Türk Müziği radyolarda yasaklandı. Daha sonra 1934 yılında Türk Müziği eğitimi vermek yasaklandı. Doğu kültürünün parçası olan Türk Müziği, diğer doğu kültürü sanatları gibi usta çırak ilişkisi ile aktarılır. Nota sistemi yoktur. Meşk usulü ile öğrenilir. Usta çalar, sen onun çaldığını dinleyerek onun gibi çalmaya çalışırsın. Medrese eğitimi de aynı şekilde işler. Bu sebeple kayda alma ve not tutma sistemi bizde gelişmemiştir. Bu durum tarihçilere göre Batı'nın bir çok alanda Doğu'nun önüne geçmesinin en önemli sebeplerindendir. 19.yy'ın başlarında Hamparsum isimli bir Ermeni, Türk Müziği için nota sistemi geliştirdi ve bugün halen Türk Müziğinde o nota sistemini kullanıyoruz. Sonuç olarak eğitimi yasaklanınca, meşk usulü de artık kalmadı. 1976 yılında tekrar eğitme izin verildi ancak 1976 yılına gelindiğinde çoktan olanlar olmuştu. Şimdi kısaca neler olduğundan bahsedeceğim.
Türk Müziği'nin radyo yasağı, halkı Kahire radyosunu dinlemeye itti. Halk Kahire Radyosu'ndan Arap Müziği dinliyordu. Abdulbasit Abdussamed'den tilavetler dinliyordu. Yaşı 55 ve üzeri olan herkes Abdussamed'i radyoda dinlemiştir sanırsam. Bu durum halkın Arap Müziğine ve ezgilerine alışmasına sebep oldu. Zamanla halktan bu ezgilerde müzik talebi oluştu ve Arabesk müzik bu şekilde doğdu. Arabesk müzik, Klasik Arap Müziği ile Halk Müziği'ni sentezlemeye çalışan ancak bunu değersiz şekilde yapan bir müzik türüdür. Amaç insanlara seri üretimle, hızlı, tüketmesi ve hazmı çok kolay popüler tarzda(pop) müzik satmaktır. Aynı şey Klasik Türk Müziği'nin başına da geldi. Halkın dinlemediği ve anlamadığı bu müzik, halka pazarlanabilmek ve para kazanabilmek için popülerleştirildi, içine yabancı unsurlar sokuldu, basitleştirildi ve bazen arabeskleştirildi. Orataya ise Sanat Müziği çıktı. Sanat Müziği, Klasik Türk Müziği'nin ucuz ve popüler versiyonudur.
Dünyanın her yerinde halen daha klasik eserler halk tarafından çok az dinlenen, hazmı ve tüketimi zor eserlerdir. 18.yy sonlarında Almanya'da edebiyatta başlayan Romantik akım sayesinde, halkın anlayabileceği dilde edebi eserler yazılmaya başlandı. Romantik akımın asıl amacı, yüksek kültür edebi ürünlerini halk diliyle yapma çabasıdır. Bu akım 19.yy başlarında Fransaya atladı, 50 yıl sonra ise Tanzimatla birlikte bize geldi. Artık İstanbul Şairleri halk dili ile şiir yazmaya başlamışlardı. Bugün biz o dili bile okuyup anlayamıyoruz o ayrı bir mesele. Bu konuda daha detaylı bilgiyi şu yazımdan bulabilirsiniz. Romantizm elbette edebiyatla sınırlı kalmadı ve müziğide etkiledi. Bugün baktığınızda halk arasında en meşhur Batı Klasik Müziği eserleri, romantik tarzdakilerdir. Avrupa'da bir çok besteci halk müziklerini, klasik müziğe uyarladı. Bizde Türk Beşleri'nden beri sürekli bunu yapıp duruyoruz.
Şimdi biraz Klasik Türk Müziğinden bazı eserler dinleyelim.
Tek Parti döneminin efsanevi Milli Eğitim Bakanı ve Can Yücel'in babası Hasan Ali Yücel tarafından yazılıp bestelenmiş olan "Sen Bezmimize Geldiğin Akşam" isimli bu şarkıyı şuan, 1924 yılında Riyaset-i Cumhur İnce Saz Heyeti tarafından yapılmış olan icrası ile dinliyorsunuz.
1970'ler de bir evde yapılan fasıl gecesinde kayda alınan ve Kani Karaca tarafından icra edilen bu eser, Klasik Türk Müziği tarzında bir dini müziktir. Tamamına internet üzerinden erişebilirsiniz. Dini müzikler hem Klasik tarzda hem Halk Müziği tarzında olabilir. Halk Müziği tarzındaki dini müziklere nefesleri ve ilahileri örnek verebiliriz. Mevlevi müzikleri ve şiirleri genellikle Yüksek Kültür ürünleriyken, Bektaşi şiirleri ve müzikleri ise halk kültürünün ürünleridir. Günümüzde yapılan ilahiler yine Klasik Türk Müziği dini müziklerini taklit etme çabasıyla yapılıyor ancak uzaktan yakından alakası yok tabiki. Bu müzik bugün sufi müziği veya tasavvuf müziği diye biliniyor. Aslında böyle bir isimlendirme yoktur. Gerçek ismi batıda olduğu gibi dini müziktir. Batı'da da hem Klasik tarzda hem de Halk Müziği tarzında dini müzikler vardır ve Klasik tarzda olanlara Kilise Müziği denir. Bugün dini müziğe tasavvuf müziği denmesinin sebebi yine Cumhuriyetin ilk yıllarında "dini" kelimesi yerine başka bir kelime konması sebebiyledir.
"Beni Aşk Ateşine Yandıran Ruhsar-ı Alindir" isimli bu eseri ise Bekir Sıdkı Sezgin icrası ile dinliyorsunuz.
Görüldüğü üzere bugün meşhur olmuş Türk Sanat Müziği şarkılarıyla hiç alakası olmayan müziklerdir bunlar. Sanat Müziği şarkıları dinlediğiniz zaman, çok fazla oynanmış, değişmiş, içersine yabancı bir çok enstrüman sokulmuş, poplaştırılmış ve hatta Arabeskleştirilmiş olduğunu anlayabilirsiniz. İmparatorluğumuzun yüksek kültür ürünü olan bu müziğe malesef hem biraz ihanet ettik hemde sahip çıkamadık. Batıda bu müziğe olan ilgi ve yapılan akademik çalışmalar çok fazla. Batı dillerinde halk için basit dille yazılmış onlarca kitap var bu konuda ancak biz kendimiz bilmiyoruz bu kültürü. Türkiyede yaşayan bir Türk vatandaşı, Türk kültürleri ve sanatlarının tarihinden, gelişiminden ve hatta kendisinden bihaber. Özellikle genç nesil yalnızca batı müziğini biliyor ve dünyada yalnızca polifonik veya homofonik müzik yani Batı nota sistemiyle yapılmış müzik olduğunu sanıyor. Arapların, İran'ın, Orta Asya gruplarının ve hatta bizim de Klasik Müziğe sahip olduğumuzdan habersiz yaşıyorlar. Dünyayı batıdan ibaret sanıyorlardı ki artık tekrar ekonomi dengesinin doğuya dönmesiyle yavaş yavaş doğu sanatlarıda tanınır olmaya başladı. Bu yarışta ne kadar pay alacağız? Gelcekte etnik, yerel ve Doğu Klasik Müziği'ne talep artacak peki bu talebi karşılayanlar arasında yer alabilecek miyiz? Acaba müzik ihrac eden bir memleket olabilecek miyiz? Bunların olması için herkese hitap eden, popüler tarzda ama kaliteli müzikler üretebilmemiz lazım. Bunun için de önce Klasik Türk Müziğini yalayıp yutmuş olmak lazım. Batı'da birden tüm dünyaya satılan caz, rap, rock gibi tarzlar doğmadı, bunların hepsi kendi klasik müziğine doymuş ve yalayıp yutmuş toplumların çıkartabileceği şeylerdir. Bu sebeple Batı Müziği, Klasiğinden Popuna, Cazından Operasına onlarca türdeyken Türk Müziği iki tanedir. Bu kadar serzeniş yeter. Bir kaç tane de Arap Müziğinden parçalar paylaşmak, Arabesk Müziğin nereden geldiğini anlamak için iyi olacaktır.
Efsane Mısırlı Şarkıcı Abdülhalim Hafız'ın "Havel Teftkerni" isimli 1 saatlik şarkısının bir kısmını dinleyeceksiniz şimdi. Bilenler hemen farkına varmıştır bilmeyenlere söyleyelim. Zeki Müren'in "Sen beni unut" şarkısı birebir bu şarkıdan alıntıdır hatta esinlenmedir hatta esinlenmeciktir!
Yine Abdülhalim Hafız'ın "zey el hava" isimli şarkısından iki farklı kısmı kesip birleştirdim. Bu videodan görüleceği üzeri "Bilmece gibisin" ismi ile dinlenen arabesk şarkı tamamen bu şarkıdan alıntı yine. Ama en azından arabesk ismi ile satıldı bu şarkı, Türk Müziği demediler.
Sırada Lübnanlı şarkıcı Samira Tevfik'in "El ayn mulayitiyn" isimli şarkısı var. Neyin ne olduğunu anlatmaya gerek herkes çözmüştür herhalde..
İlerde, peşrev, makam, usul, mugam, hicaz(aslında makam konusunun altındadır) gibi çok duyulan Türk Müziği terimlerini temel olarak açıklayacak ve biraz daha müzik tekniğine girecek yazı yazmayı planlıyorum. Aynı zamanda bir tane de Batı Müziği ve Türk Müziği'nin gelişimini kıyaslamalı ve paralel olarak anlatan bir yazı düşünüyorum. Bu yazıda Türk Müziği neden polifonik olamadı? Batı müziği nasıl polifonik oldu? Bizim Türk Müziği'ni polifonileştirme çabalarımız. Türk Müziği'ni ilkel, primitif, monofonik müzik diye itip kakalayanların, polifonik müzikteki "başarısızlıkları" hakkında da bir kaç söz edeceğim. Muhtemelen bir tanede sadece Batı Müziği ve Klasik Batı Müziği'nin gelişimi yazısı gelecektir ancak bir yazıya sığdırmaya çalışacağımdan çok fazla uzun olacaktır. E tabi bir tanede Halk Müziğimize yazı yazmak şart olur bu durumda. Kim bilir aklıma ne zaman eserde yazarım belli olmaz :) Peş peşe müzik yazıları yazdım, diğer başlıkları ihmal etmemem lazım okuyucularım sadece müzik okuyucuları değil. Bu yazılar gelene kadar idare edin şimdilik...
İleri Okuma
1-)İNALCIK, Halil, Şair ve Patron, 2019
2-)ARACI, Emre, Çaykovski İstanbulda, 2017
3-)ARACI, Emre, Donizetti Paşa: Osmanlı Sarayının İtalyan Maestrosu
4-)Sinem Özdemir, Popülerleşme Sürecinde Türk Müziği ve Bu Süreçte Bestekar Saadettin Kaynak
5-)Murat Birer, "Müzik Malzemesinde Kültürel Etkileşim Alanları: Osmanlı Dönemi Türk Makam Müziği'nde Yabancı Katmanlar ve Yapısal Dönüşümler" (Yüksek Lisans tezi, 2015)
6-)Nuri Özcan, İslam Ansiklopedisi, Muzika-yı Hümayun maddesi
Türk Musikisi
Reviewed by Okan Yıldız
on
Haziran 19, 2020
Rating:
Hiç yorum yok:
Yorumunuz alınmıştır. Teşekkürler.